Sosyal Medya

Kürsü

Avrupa’nın Türkiye Üzerindeki Yaptırım Gücü

Türkiye’deki Avrupa Birliği gündemi ile Avrupa’da Türkiye’nin Birliğe üyelik süreci son dönemde neredeyse sadece gerilimden ibaret bir tablo yansıtmakta.



Fakat bu gerilim tablosunda (beklenenin aksine) Avrupa’nın dozajı artan tehditleriyle hızla yükselen çifte standartları dengenin Türkiye lehine geliÅŸmesine bir türlü engel olamıyor. Avrupa’nın sergilediÄŸi çeliÅŸkiler ve arkası arkasına deklare ettiÄŸi ÅŸantajlar Türkiye’yi geri adım attırmak bir tarafa AB’ye karşı daha sert tutumlar almaya zorladı adeta.

Yarım asrı bulan Türkiye-AB süreci 2003 yılından itibaren AK Parti Hükümetleriyle iyiden iyiye hızlandı, arka arkaya fasıllar açıldı ve Türkiye’nin hem siyasi hem de iktisadi açıdan standartları yükseldi. AK Parti Hükümetleri AB’nin kendisinden çok daha fazlasıyla müzakere süreçlerini ortaya çıkaracağı kazanımları hedeflediÄŸi için birçok çeliÅŸki hatta dayatmayı bir yere kadar sineye çekmeyi tercih etti. Bununla birlikte AB yetkili kurum ve temsilcileri bu sineye çekme iÅŸini ilelebet sürecek bir zaaf, acizlik hatta bağımlılık sanarak Türkiye üzerinde daha güçlü bir hegemonya kurabilecekleri yönünde hesaplarla hareket ettiler.

AB Değil Süreç Önemliydi

Avrupa’nın uzun ve zorlu müzakere süreci üzerine kurduÄŸu hesabı Türkiye’nin iyiden iyiye terbiye edilmiÅŸ bir siyaset ve toplum modeli üzerine iÅŸletildi. Lakin sürecin bütün zorlu aÅŸamaları hem siyaset nezdinde hem de toplum nezdinde tersine iÅŸledi. Türkiye aÅŸtığı her müzakere sürecini daha bağımsız, daha özgün ve eÅŸit ortak perspektifiyle yürütmek için bir avantaj olarak hanesine yazdı. Ä°laveten Türkiye kendi büyüyen gücünün yanı sıra Avrupa içinde ortaya çıkan çok boyutlu krizi ve Rusya’yla yaÅŸadığı gerilimi de deÄŸerlendirerek mevcut dengenin ayarlarını azımsanamayacak kadar deÄŸiÅŸtirdi.

2010’da gerçekleÅŸtirilen 12 Eylül referandumu, 2011’de AK Parti’nin daha güçlü bir biçimde iktidar olması bazı rahatsızlık ve gerilimleri iyice su yüzüne çıkardı. Fakat rahatsızlıklar öncelikle Türkiye’nin içinde AB’ye müzahir ve iltisaklı kurum ve aktörlerin son derece hırçınlaÅŸan muhalif söylem ve eylemleriyle tırmandı. Hükümeti düşürmek üzere örgütlenen sokak hareketlerine seçimlerden daha büyük yatırımlar yapıldı. Gezi Parkı olaylarını da 6-8 Ekim Kobani provokasyonunu da bu çerçevede deÄŸerlendirebiliriz.

Suriye ve takiben büyüyen Irak krizinde Türkiye’nin daha aktif rol almaya mecbur kalması Avrupa’da Türkiye’yi sıkıştırmak üzere bulunmaz bir fırsat yakaladığı inancını güçlendirdi. Özellikle mülteci akınıyla boÄŸabilecekleri bir Türkiye planı Avrupalı bencilliÄŸi, gaddarlığı ve fırsatçılığıyla birleÅŸince müzakere süreci resmen bir ÅŸantaja dönüştü. AB’nin Türkiye’ye biçtiÄŸi rol gönüllü bir sınır bekçiliÄŸi, etrafındaki geliÅŸmeleri boÅŸ gözlerle seyreden bir devlet müsveddesi ve daha önemlisi bölgede PKK/PYD ve Esed rejiminin bekası için lejyoner birliÄŸi olmaktan ötesi deÄŸildi. Avrupa mutlak bir hegemon güç gibi Türkiye’ye kesin, keskin ve bir o kadar da sefil bir rota çizmekte inat ediyordu. Bu çirkin dayatma yüzüne çarpılınca oturup düşünmenin, kendi güç ve teklifini gözden geçirmenin gereÄŸini anlamaya baÅŸladı esasen.

Avrupa Parlamentosu BaÅŸkanı Martin Schulz’un “Türkiye’yle müzakereleri durdurma ve ekonomik yaptırım uygulama” yönündeki ÅŸantajı ise küstahlığın dik alası olarak iÅŸte bu sürecin sonunda sarf edildi. CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan’ın “ÅŸu terbiyesize bak!” diyerek doÄŸrudan hedef aldığı ve alenen aÅŸağıladığı kiÅŸi AB adına Türkiye’yi tehdit eden AP BaÅŸkanı’ydı. Gerek Suriyeli mülteciler konusunda sergiledikleri ırkçı-ayrımcı politikalar gerekse PKK baÅŸta olmak üzere terör örgütlerine Avrupa’da saÄŸlanan imkân ve destekler üzerinden organize edilen tuzaklara yapılan vurguları açık bir reste rest hamlesiydi. Ancak yine de Türkiye’nin müzakerelerden çekilme yönünde bir çıkışı olmadı. Bu hamleyi Avrupa’nın yapıp yapamayacağını test edercesine topu karşı sahaya gönderiyor ısrarla.

Şantaj Hayata Geçirilemedi

AB DışiÅŸleri Bakanları’nın Türkiye konusunda ortak bir duruÅŸ sergilemek üzere gerçekleÅŸtirdiÄŸi zirve ise hangi noktalarda korku ve zaaf yaÅŸadıklarına dair bir deklarasyon niteliÄŸi taşıyordu. Avusturya dışında hiçbir ülke Türkiye ile müzakerelerin durdurulmasını teklif edemedi. Bu zirve AB’nin sadece DoÄŸu kanadının deÄŸil merkez hatta Kuzey kanadının da müzakereleri askıya almak gibi tehditleri hayata geçirmekten özenle kaçındığını teyit ediyordu. Kala kala ellerinde kırmızıçizgi olarak idam tartışmasından baÅŸka bir ÅŸey yoktu ki, zaten bu meselenin AB’den bağımsız olarak burada da tartışılması icap ediyor. AB’nin bu ‘biçareliÄŸi’, diÅŸ geçirmezliÄŸi sadece liberal Batıcı tipleri deÄŸil Esed rejiminin ülkemizdeki sözcülerinden Ceyda Karan gibi Baasçı-ÅŸebbihaları bile rahatsız ediyordu.

Åžu hususu da ifade etmekte fayda var: Türkiye-Avrupa iliÅŸkilerini hegemonya iliÅŸkileri gibi düşmanlık iliÅŸkileri üzerine bina etmek de orta ve uzun vadede ciddi riskler taşımaktadır. Türkiye’nin Avrupa’yla iliÅŸkisini eÅŸit ve adil bir ortaklık üzerine kurmak üzere diplomasi geliÅŸtirmesi mevcut ÅŸartlar açısından doÄŸru bir seçenektir. Siyasetini ahlak üzerine kuran, ekonomisini güçlendiren, güvenliÄŸini tahkim eden bir Türkiye karşısında Avrupa’nın sömürgeci teamüllerini sürdürebilmesi günden güne zayıflayan bir ihtimal olacaktır.

Not: Ã–nümüzdeki haftadan itibaren yazılarım salı ve cuma günü yayınlanacak inÅŸallah

KENAN ALPAY - YENÄ° AKÄ°T

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.